Eminim
aranızda
pekçoğunuz
daha yazıyı
okumaya bile başlamadan,
bu nostaljik şarkıyı
söylemeye koyulmuştur...
Gayet doğal.
Müzik Türk insanının
kanına
va canına
iyice kaynamış
ve hatta genetik bir özelliği
haline gelmiş
neredeyse.
Ne
demiş
atalarımız
: “Müzik
ruhun gıdasıdır.”
Söyeleyin
söyleyebildiğinizce,
dinleyin dinleyebildiğinizce.
Bundan
yıllar
evvel, değerli
Türk yazarı
ve felsefecisi rahmetli Server Tanilli ile müzik üzerine küçük
bir sohbetimiz olmuştu.
Tanilli hocamız
çoğunluğun
tek-tip müzik dinlemesinden yakınıyordu
haklı
olarak. Davet edildiği
festival ve şenliklere,
(fiziksel imkânsızlığı
nedeniyle) kendisini götürmeleri için tanıdık
ve dostlarına
ricada bulunurdu sık
sık.
Hiçkimse O'nun bu ricasını
kırmazdı.
Gidilen
yere göre yolculuk bazen birkaç saat sürerdi.
Hoca
anlatıyor...
Biçare, bütün bir yol boyunca, neredeyse yalnızca
türkü dinlermiş...
mecburiyeten. Götüren zat'ın
geldiği
bölgeye göre türkünün içeriği
ve söyleyeni biraz değişirmiş,
o kadar. Eli mahküm adamın.
Rica etmiş
“beni götürür müsün ?” diye. Ötekisi de kırmamış,
kabul etmiş.
Şimdi,
Tanilli hocamız
kalkıp:
“
Kardeşim,
bir zahmet şu
kaseti ya da CD'yi değiştirip
bana şu
türden bir müzik koyar mısın
?
” diyemez ya !
“Ah
kızım
ah! 5-6 saat aynı
türden müzik dinlemek ne kadar da zor, anlatamam...”
diye eklemişti
yakına
yakına.
İnsanın
başlıca
özelliklerinden biri bu. Bir şeyi
sevdimi, o şeye
tüm varlığıyla
bağlanıyor.
Sanki
O şeyin
dışında
O'ndan başka
hiçbir şey
yokmuş
gibi.
Bizde
de böyle bu.
Mesela
Müslüm abinin, Tatlıses'in,
Gencebay'ın...vs.
tutkunları
başka
türden bir müziği
ve başka
sanatçıyı
dinlemeyi adeta bir ihanet olarak görürler. Sanat müziği
sevdalıları
için de durum aynı.
Onlar için, gerçek müzik sanat müziğidir,
gerisi saftsata...
Müzikteki
fanatizm neredeyse futboldaki fanatizm seviyesine varmış,
haberimiz yok !
Birkaç
yıl
önce Strazburg Türk konsolosluğuna
davet edilmiştim.
İnsanlarımızın
bir koyun sürüsü gibi Strazburg Konsolosluğu'nun
önünde saatlerce bekletilmelerine tepki olarak yazdığım
bir mektuba istinaden.
Dönemin
konsolosu:
“
Yazdığı
mektubun altına
adını-soyadını
yazan ve imzasını
atan nadir insanlardan birisiniz ! ”
deyip teşekkür
etmişti.
Konsolosluk nezdinde getirilmesi düşünülen
yeniliklerden ve insanlarımızdan
bahsederken birden durakladı...
ve duvarda asılı
duran değerli
Türk piyanisti Fazıl
Say'ın
afişini
gösterdi:
“Simdi
bizim insanımıza
sorsanız
kimdir Fazıl
Say diye, çoğunluğu
tanımaz
bile...”
dedi iç çekerek.
Ben
de buna cevaben:
“Halkınıza
ne verirseniz, halkınızdan
onu alırsınız.”
şeklinde
karşılık
vermiştim.
Konsolosluğun
bazı
Türk
dernekleriyle işbirliği
içinde hazırladığı
geleneksel 23 Nisan şenliklerini
örnek göstererek :
“Siz
bir davet edin tanınmış
veya tanınmamış
piyanistleri ve kemancıları,
görün bakalım
halkımız
ilgisiz ve duyarsız
kalıyor
mu bu müziğe
!”
diye eklemiştim.
Hani
derler ya... Yiğidi
öldür, hakkını
inkâr etme
!
Hangi
konuda işlenmiş
olursa olsun, adaletsizliğe
ve haksız
yargılara
tahammülüm yok. Hele hele önyargılara...
Klasik
müzik zenginlerin, elitin müziğidir,
deniliyor.
Ne
büyük bir saçmalık
!
Her
alanda olduğu
gibi müzik de bir duyarlılık,
eğitim
ve tanıtım
sorunudur. NOKTA.
Bizdeki
bu önyargı,
Fransa'nın
zor mahallelerinde yaşayan
insanların
müzik zavkini rap veya hip-hop'la sınırlı
görenlerin önyargılarına
benziyor.
Bu
yılın
Nisan ayında,
dört-beş
bin kişinin
yaşadığı
Ecrivains Mahallesi'nde bir klasik müzik konseri düzenledik dernek
olarak. Üzüntüyle belirtmeliyim ki, bu klasik müzik konseri
mahalle için bir ilkti. Dinleyiciler arasında
yer alan mahalleli gençler, böyle bir konsere ilk defa
katılıyorlardı.
Konser salonundan büyük bir memnuniyetle ve çok olumlu bir
izlenimle ayrıldılar.
Buna benzer bir girişimi
yıllar
önce yine Server Tanilli ile birlikte gerçekleştirmiştik.
İstanbul
Şişli
Senfonik Orkestrası
Strazburg'a geldiğinde,
Tanilli hocamızın
girişimi
sayesinde, Ecrivains Mahallesi'nden Arap, Türk, Fransız
vs. değişik
kökenlerden 25 kadını
bu konsere davet ettik.
İçlerinde
pekçoğu
hayatlarında
ilk defa klasik müzik dinlediler o akşam.
Adeta
büyülenmişçesine...
Mutfak,
müzik ve edebiyat gibi kültürel her aracın,
etnik ve dinî kökenleri ne olursa olsun tüm insanları
bir araya getirebileceğine
inanan biriyim... farklılıklarımızdan
bahsetmek yerine, kültürel zenginliklerimizden yola çıkarak
ve bu çizgide faaliyetler gerçekleştirerek...
Sözün kısası,
kendi kültürüyle yetinmeyip diğer
kültürlere açık
olmak, diğer
kültürlerin keşfine
gitmek çok önemli.
İngiliz
edebiyatçısı
Aldous Huxley'in (1894-1963) haklı
olarak belirttiği
gibi, yalnızca
kendi kültürüyle yetinen bir insan için, “kültür
bir hapishanedir”.
Kendi kültürlerini diğerlerinden
üstün bulan ve yalnızca
kendi öz-kültürleriyle yetinen insanlar ve halklar yalnız
kalmaya mahkûmdurlar.
Kültür
paylaşıldıkça
zenginleşen,
insanlar ve halklar arasındaki
görünmez duvarları
-ancak bu sayede- yıkabilen
olağanüstü
bir şans.
Neden
değerlendirmeyelim
?!
Sağlık
ve sevgiyle kalın.
Albera
Meynioğlu
/ Objektif , Aralık
2012