Doğu kültürünün muhteşem bir felsefesi vardır yaşam üzerine. “Sessizlik” kavramı bu felsefede -anlamlı ve uyum içinde bir yaşam sürdürme yolunda- bir anahtar olarak kabul edilir.
“Konuşan kişi bilmeyendir; susan ise bilendir.”
“Söz gümüşse, sükût altındır.”
“Tanrı insana bir ağızla iki kulak vermiş; bir söyleyip, iki dinlesin diye !” atasözlerinde olduğu gibi.
İsa'dan önce 480-406 tarihleri arasında yasamış yunanlı şair Öripid bu konuda kesin hükmünü koymuş:“Söyleyeceklerin sessizlikten daha güçlü değilse, SUS !”
Sessizlik, sessizliği dinlemek, sessizliği içmek... Hepsi güzel güzel de, içinde yaşadığımız zaman ve koşulları, bizden bu imkânı neredeyse alıp götürmüş. Çoluk-çocuğu eskisi gibi rahatça “çıkın dışarıda oynayın !” deyip gönderemiyoruz meselâ. Bugünün sokakları, sokak-araları mâlum. Allah muhafaza, herşey gelebilir çocuklarımızın başına. Günümüz itibarıyla kurt, artık modern insan görünümünde va hatta BMW arabalarda alenen dolaşıyor. Akşamları yaşanılan TV'siz aile sefaları da sizlere ömür.
Evde televizyon sürekli açık olmayınca kendimizi bir tuhaf hissediyoruz çoğu zaman:
“Aaa, neden kapalı televizyon, bozuldu mu yoksa ?” ya da, “Birisi mi öldü, hayırdır ?! Neden kapalı şu meret ?” Öyle bir saplantı haline gelmiş ki televizyon, gözler ekranda akıl başka yerde gören-körler gibi anlamsız ve boş bir ifadeyle kanape veya koltukta saatlerce oturup değerli zamanımızı boşuna harcarıyoruz hiç düşünmeden.
Anneme her gidişimde kalbimin neden çok daha hızlı çarptığını ve endişe krizine girdiğimi yeni keşfettim. Sebep, annemin televizyonu. Daha doğrusu annemin sürekli olarak izlediği Türk kanalları...
Türk kanallarındaki o bitmek bilmeyen kaza ve cinayet haberleri; tartışma programlarındaki karı-koca, baba-oğul, kaynana-gelin vs. arasındaki küfür ve tehditlerle dolu çekişmeler bir yana, program sunucusunun konuşmak yerine neredeyse bağırması... işte anneme her gidişimi kâbusa çeviren asıl sebep. Biraz da bundan olsa gerek, annemin kulakları nereyse hiç duymaz olmuş. Zavallı anneciğim...
Modern hayatın evle iş arasındaki koşuşturmalardan ve insan ilişkilerindeki inişli-çıkışlı tansyondan kaynaklanan dayanılmazlığı, çoğumuzu mutlak sessizlik arayışına yöneltiyor doğal olarak.
Susmak ve sessizliği dinlemek, hem iç dünyaya yönelerek kendini bulmada, hem de insan ilişkilerinde kaliteyi yakalamada -olmazsa olmaz- bir koşul. Nasıl bulmalı, nasıl yaratmalı öylesi bir ortamı ?
Eeeee, kelin merhemi olsa önce başına sürermiş.
....................
Yine sessizlik üzerine....
“Sessizlik, sohbet sanatının en mükemmel şekillerinden biridir.” demiş ingiliz denemecisi ve edebiyat eleştirmeni William Hazlitt (1778-1830).
Bir de güzel bir Afrika atasözü: “Sen konuşurken karşındaki seni dinlemiyorsa, SUS ve dinle. Belki o zaman, karşındakinin neden seni dinlemediğini anlayabilirsin.”
ve Orhan Veli (1914-1950) gözleri kapalı İstanbul'u dinliyor :
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.
Bırakalım kendimizi sessizliğin kollarına, ve dinleyelim...
Sessizliğin bize söylemek istediği o kadar çok şey
var ki !...
Albera Meynioğlu
Objektif, Kasım 2011