jeudi, octobre 25, 2012

Ben ve öteki Ben ...


Hayatta insanı en fazla yoran şeylerin başında sürekli olarak rol yapmak gelir.
Kendini olduğundan farklı göstermek, şunun veya bunun sempatisini kazanmak için farklı bir insanmış izlenimini vermek ...Bırakın bu işin yorucu ve bezdirici tarafını, böylesi yapay tutumlar kendimize olan özsaygı ve sevgiyi de kaybetmemize neden oluyor. Bizi bizden farklı bir insan olma arayışına sokan, aslında kendisi olmadığımız bir kişiyi ve kişiliği oynamaya zorlayan başlıca neden “medya” ve medyatik araçların bizde yarattığı bitmek tükenmek bilmeyen kişisel doyumsuzluklar ...
Dış dünyaya yansıttığımız görüntüyü, kişisel ve fiziksel farklılıklarımıza ve hatta imkânsızlıklara ragmen bazı medyatik ölçütlere uyarlamaya çalışıyoruz.
Bunun karşılığında elde ettiğimiz nedir ?
Kişisel doyum ve mutluluk mu ?
Zannetmiyorum.
Piyasa ekonomisinde olduğu gibi, bir satış ürününü, ambalajını ön plana koymak yoluyla daha iyi bir fiyata pazarlama işine benziyor bu. Günümüz itibarıyla çoğunluk, bu pazarlama yöntemini artık iyice benimsemiş ve paketin içerdiği ürünün kalitesini bir yana bırakarak, ambalajla yetinen bir kitle haline dönüşş durumda...
Ne yazık ki ...ne yazık !
Güçlü, üstün iradeli, tutkun olduğu kadını adetâ bir tanrıça gibi seven ve gözeten, bu sevgisini büyük bir ustalıkla hemen her an sergileyen ve asla ağlamayan erkek sinemanın bir icadıdır. Modern toplumun ideal kadınını temsil eden reklam panolarındaki anoreksik kadın tipi ise, modanın....
Hepimiz, ruhsal ve fiziksel anlamda değişik yapılara sahibiz.
Ne mutlu ki vasıfları yanında kusurları da olan bireyleriz.
Allah'tan, aramızda mükemmel insan yok.
Hepimiz kusursuz insanlar olsaydık, toplumsal hayatımız ne denli can sıkıcı olurdu, bir düşünsenize ! Kendimizden farklı bir kişiyi ve kişiliği oynamanın içimizde yaratacağı gerilim bir yana, eninde sonunda bizi içine düsüreceği gülünç durumu da hesap edecek olursak ...en iyisi böylesi oyunlara hiç girmemek.
Peki nasıl yapmalı ?
İşte asıl sorun burada.
Bir Afrika atasözünün pek de diplomatik olmayan ama gerçekçi bir üslûpla vurguladığı gibi:
Bütün insanlar eşittir: beyaz, siyah, kırmızı, sarı, zengin, fakir, inançlı, dinsiz ...kim olursa olsun olsun, her insanda kötü kokan küçük bir köşe mevcuttur.”
Mevlana'nin “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol !” sözü, görünen ve görünmeyen iki BEN arasında bir uyum sağlamaya ve sosyal ilişkilerde dürüst olmaya yönelik bir davettir.
Kabul etmeliyiz ki, hayatta başarı elde etmenin ve mutlu olmanın başlıca yolu, baskalarını taklit etmekten değil, bizzat kendimiz olmaktan geçer.
Yalnız bu durumu, Hakkı Bulut'un “Ben buyum ....” şarkısından ilham alarak, “illa da içimizdeki benle yetinmek gerekirşeklinde yorumlamamalı. Şaka bir yana, içimizdeki Ben, sürekli olarak beslenmesi gereken, değişmesi ve gelişmesi mümkün bir fide gibidir.
Yani doğal olarak her insanın, insan ilişkilerinden, gözlemleme ve tahlil yoluyla kendine pay çıkarması ve kişisel anlamda gelişmesi mümkün.
Diğerlerine yönelik takdir ve yargılarımız, hiç şüphesiz, benliğimiz üzerindeki bu çalışmaya sıkı sıkıya bağlı.
Justine adlı kitabında, Fransız felsefecisi Marquis de Sade (1740-1814) “Kendimizi bir hiç olarak algıladığımızda, hep bir başkası olarak görünmeye çalışırız !” demiş.
Ne kadar da doğru !
Hepimizin görünen ve görünmeyen iki Ben arasında bir köprü kurabilmesi, her ikisini bir arada uyumlu bir şekilde buluşturabilmesi dileğiyle...
Esen kalın...

Albera Meynioğlu / Objektif , Kasım 2012