“Mücadele etmeyen kişi, peşinen kaybetmiş demektir.” (Bertolt Brecht)
Bir gün Dalai Lama’ya sormuşlar :
İnsanlıkta sizi en çok şaşırtan nedir ? diye.
“- Para kazanmak için sağlıklarını kaybeden insanların, sağlıklarına tekrar kavuşmak için bu parayı harcamaları !” demiş.“Gelecekleri için o denli kaygı duyuyorlar ki, bugünlerini yaşamayı unutuyorlar.Öyle ki sonuçta ne bugünlerini ne de yarınlarını yaşayabiliyorlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, sanki hiç yaşamamış gibi ölüyorlar.”
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
KADINLAR VE ERKEKLER ARASINDA MESLEKÎ EŞİTLİK:
VAATLERDEN >> GERÇEĞE
VAATLERDEN >> GERÇEĞE
Cumhurbaşkanı ve hükümet bir kez daha, kadın ve erkek maaşlarının 2009’dan itibaren eşit noktaya getirileceği vaadinde bulundular. Fakat kadınlara yönelik bu ilgi aslında, (içinde son olarak 2006’da kabul edilen yasa da dahil olmak üzere) onaylanmış tüm yasalara rağmen bu alandaki gecikmeleri daha da açığa vurmakta.
Kadınlar için iş hayatı, sunulan kamu hizmetleriyle yakın bir ilişki içinde genellikle. Mesela çocuk bakımı ve yaşlılara yönelik hizmetlerde, kreş, çocuk yuvası, yaşlı ve sakatlar gibi bağımlı olanlara yönelik bakımevlerinin azlığı kadınların meslekî faaliyetlerine doğrudan doğruya aksediyor.
Çocuk bakımında, ana ve babaların bu görevi paylaşmaları hususunu da ele almak gerekiyor: tam veya kısmî olarak kullanılan annelik izni, kadınların meslekî hayatlarını ve kariyerlerinı bitiren bir sebep olmamalı. Bu iznin birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ana ve baba arasında paylaşımı ilkesi benimsenmeli. Liberal politikacılar, bu eşitsizlikleri indirmek yerine bunun tam tersine hizmet ediyorlar. Günümüzde, politikacılar tarafından uygulamaya konulan eşitlik politikası, hep aşağıdan yukarıya doğru bir eşitlik şeklinde algılanıyor.
Kadınlar için iş hayatı, sunulan kamu hizmetleriyle yakın bir ilişki içinde genellikle. Mesela çocuk bakımı ve yaşlılara yönelik hizmetlerde, kreş, çocuk yuvası, yaşlı ve sakatlar gibi bağımlı olanlara yönelik bakımevlerinin azlığı kadınların meslekî faaliyetlerine doğrudan doğruya aksediyor.
Çocuk bakımında, ana ve babaların bu görevi paylaşmaları hususunu da ele almak gerekiyor: tam veya kısmî olarak kullanılan annelik izni, kadınların meslekî hayatlarını ve kariyerlerinı bitiren bir sebep olmamalı. Bu iznin birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ana ve baba arasında paylaşımı ilkesi benimsenmeli. Liberal politikacılar, bu eşitsizlikleri indirmek yerine bunun tam tersine hizmet ediyorlar. Günümüzde, politikacılar tarafından uygulamaya konulan eşitlik politikası, hep aşağıdan yukarıya doğru bir eşitlik şeklinde algılanıyor.
2008’de gelirlerinizi CAF’a bildirmenize artık gerek kalmadı ! Gelirlerinizi Vergi dairelerine bildirmeniz yeterli. Bundan böyle CAF’taki haklarınız, 1 Ocak’tan itibaren otomatik olarak hesap edilecek.
Eğreti İşlerde Kadınlar Baş Sırada
Insee 2007 rakamlarına göre, kadınlar Fransa’da ki çalışan kitlenin %47’sini oluşturuyor. Ama daha çok eğreti ve geçici iş kategorilerinde çalışıyorlar. Kadınlar:
-ANPE’ye kayıtlı işsizlerin % 54’ünü,
-belirli süreli iş sözleşmelerinin % 60’ını, staj ve eğreti iş sözleşmelerinin % 57’sini,
-kısmî süreli iş sözleşmelerinin % 82’sini
-düşük ücretli iş sözleşmelerinin % 80’ini teşkil ederken, bunların çoğunluğunu göçmen kadınlar ile çocuklu ve yalnız kadınlar oluşturuyor. Ayrıca kadınlar, sosyal yardımla yaşayanlar arasında çoğunlukta olup, son zamanlarda gözlenen kimsesiz ve evsiz kadın sayısı endişe verici bir düzeye varmış durumda. Insee 2007 rakamlarına göre, kadınlar Fransa’da ki çalışan kitlenin %47’sini oluşturuyor. Ama daha çok eğreti ve geçici iş kategorilerinde çalışıyorlar.
"2008’de gelirlerinizi CAF’a bildirmenize artık gerek kalmadı ! Gelirlerinizi Vergi dairelerine bildirmeniz yeterli. Bundan böyle CAF’taki haklarınız, 1 Ocak’tan itibaren otomatik olarak hesap edilecek.
"
Eşitsizliklerin yansıması...
EMEKLILIK :
Annelik gibi farklı sebeplerle, kadınların emeklilik hakları erkeklere nazaran çok daha düşük.
2001 yılında, kadınların emeklilik maaşı, erkeklerin emeklilik maaşının % 58’i kadardı. Her 10 kadından 4’ü (ve her 10 erkekten 1’i) ayda 600 euronun altında bir emeklilik ücreti almakta. (Bu miktar, Fransa’da yoksulluk sınırı olarak kabul edilen rakamın da altında). INSEE’ye göre 2040 yılında, 65-69 yaş arasındaki kadınların emeklilik maaşı, erkeklerin maaşının 4’te birinden de düşük olacak !... (Kaynak : Attac)
2001 yılında, kadınların emeklilik maaşı, erkeklerin emeklilik maaşının % 58’i kadardı. Her 10 kadından 4’ü (ve her 10 erkekten 1’i) ayda 600 euronun altında bir emeklilik ücreti almakta. (Bu miktar, Fransa’da yoksulluk sınırı olarak kabul edilen rakamın da altında). INSEE’ye göre 2040 yılında, 65-69 yaş arasındaki kadınların emeklilik maaşı, erkeklerin maaşının 4’te birinden de düşük olacak !... (Kaynak : Attac)
En meşhur Fransız kadınları :
Marie Curie (1867-1934 / 1903’te Nobel Fizik ödülünü ve 1911’de polonyum ve radyumla ilgili araştırmaları için Nobel Kimya ödülünü aldı), Edith Piaf (1915-1963, yoksulluk içinde geçen bir çocukluk ve gençlik döneminden sonra meşhur olmuş şarkıcı), ve ayrıca Françoise Sagan, Mme de Sévigné, George Sand, Marguerite Yourcenar, Colette, Simone de Beauvoir, Marguerite Duras gibi Fransız Edebiyatının ünlü kadınları...
Masallar, kadın rolleri ve değişim
Günümüzde televizyon olduğu için, artık masallar anlatılmıyor sanki. Ama Kırmızı Başlıklı Kız, Külkedisi ve Ormandaki Uyuyan Güzel’i kim bilmiyor veya unutmuş olabilir.
Saf ve iletişim duygusu gelişmemiş, kurtlara ve zehirli elmalara kanan, yedi oğlan için temizlik yapmaktan gâyet memnun, yeri geldiğinde becekli kunduracılar ve öpmeyi iyi bilen yakışıklı prensler tarafından kurtarılan kadın kahramanlar !
Karşısındaki yaratığın ninesi değil de kıllı kurt olduğunu anlayamayacak kadar aptal bir çocuk olan Kırmızı Başlıklı Kızı ele alalım mesela. Peki, karaktersiz ve aptal denilebilecek derecede kibar olan ve iğrenç kızkardeşleri tarafından bir köle gibi yaşamaya zorlandığı hayatını değiştirmek ve düzeltmek için hiçbir gayret göstermeyen Külkedisine ne demeli ?
Budala olmadıkları vakit masal kahramanı kadınlar, korkunç büyüler yapan veya küçük çocukları yiyen cadılar gibi kötüdürler. Bunların dışına çıkabilen tek istisna ise, birçok sorunu çözebilen periler: ama her zaman sihir yoluyla ve zekâlarını kullanmadan.
Allahtan, günümüz dünyası yavaş yavaş değişmekte: araştırmaların yanında tecrübe alış-verişi yapılıyor, konuşuluyor ve giderek kendi kafasıyla düşünme olgusu yerleşiyor.
Birçok çağdaş yazar, eserlerinde toplumdaki değişiklikler üzerinde düşünen, daha ilginç kadın kahramanlara, kadınların kazandıkları haklara ve farklı tipten erkek ve kadınlara yer verirken, kadın veya erkek olsun okuyucu, teorik olarak öykü kahramanlarında kendini tanıyabilmekte.
Uygulamada bu, maalesef o kadar basit değil. Çünkü kızlar ve oğlanlar arasında belirli stereotipler, önyargı ve bölünmeler mevcut. Genel olarak farklılıklardan bahsedilince, farklılıkların her zaman güzel olduğu, zenginlik kattığı ve olgunlaştırdığı söylenir. Bazen bir gurup içinde aynı değilsek, kadınsı görünüş ve rollere sahip değilsek kötü gözle görülürüz. Ve nihayet biz kızlar, bu tür uygulamalar karşısında içimize kapanır ve sırası geldiğinde şiddet kullanmaya başlarız.
Kısacası, kadın ve erkek rolleri hususunda gerçek bir değişiklik için, daha yolun başındayız. Ama bazı aydın fikirler yavaş yavaş topluma yerleşmiş gibi.
(Caroline Silvia, 8 mars 2005 dolayısıyla yazdığı bir yazı)
Günümüzde televizyon olduğu için, artık masallar anlatılmıyor sanki. Ama Kırmızı Başlıklı Kız, Külkedisi ve Ormandaki Uyuyan Güzel’i kim bilmiyor veya unutmuş olabilir.
Saf ve iletişim duygusu gelişmemiş, kurtlara ve zehirli elmalara kanan, yedi oğlan için temizlik yapmaktan gâyet memnun, yeri geldiğinde becekli kunduracılar ve öpmeyi iyi bilen yakışıklı prensler tarafından kurtarılan kadın kahramanlar !
Karşısındaki yaratığın ninesi değil de kıllı kurt olduğunu anlayamayacak kadar aptal bir çocuk olan Kırmızı Başlıklı Kızı ele alalım mesela. Peki, karaktersiz ve aptal denilebilecek derecede kibar olan ve iğrenç kızkardeşleri tarafından bir köle gibi yaşamaya zorlandığı hayatını değiştirmek ve düzeltmek için hiçbir gayret göstermeyen Külkedisine ne demeli ?
Budala olmadıkları vakit masal kahramanı kadınlar, korkunç büyüler yapan veya küçük çocukları yiyen cadılar gibi kötüdürler. Bunların dışına çıkabilen tek istisna ise, birçok sorunu çözebilen periler: ama her zaman sihir yoluyla ve zekâlarını kullanmadan.
Allahtan, günümüz dünyası yavaş yavaş değişmekte: araştırmaların yanında tecrübe alış-verişi yapılıyor, konuşuluyor ve giderek kendi kafasıyla düşünme olgusu yerleşiyor.
Birçok çağdaş yazar, eserlerinde toplumdaki değişiklikler üzerinde düşünen, daha ilginç kadın kahramanlara, kadınların kazandıkları haklara ve farklı tipten erkek ve kadınlara yer verirken, kadın veya erkek olsun okuyucu, teorik olarak öykü kahramanlarında kendini tanıyabilmekte.
Uygulamada bu, maalesef o kadar basit değil. Çünkü kızlar ve oğlanlar arasında belirli stereotipler, önyargı ve bölünmeler mevcut. Genel olarak farklılıklardan bahsedilince, farklılıkların her zaman güzel olduğu, zenginlik kattığı ve olgunlaştırdığı söylenir. Bazen bir gurup içinde aynı değilsek, kadınsı görünüş ve rollere sahip değilsek kötü gözle görülürüz. Ve nihayet biz kızlar, bu tür uygulamalar karşısında içimize kapanır ve sırası geldiğinde şiddet kullanmaya başlarız.
Kısacası, kadın ve erkek rolleri hususunda gerçek bir değişiklik için, daha yolun başındayız. Ama bazı aydın fikirler yavaş yavaş topluma yerleşmiş gibi.
(Caroline Silvia, 8 mars 2005 dolayısıyla yazdığı bir yazı)
Bu ilkel dünyada biraz da şiir :
Eğer...
Eğer bir gülüşün bir silahtan daha güçlü olduğuna,
Uzatılan bir elin kuvvetine inanıyorsan,
İnsanları birleştiren şeyin, ayırandan daha önemli olduğuna,
Farklı olmanın bir tehlike değil, bir zenginlik olduğuna inancın varsa,
Diğerine sevgiyle bakmayı biliyor, umudu şüpheye tercih ediyorsan,
İlk adımı atması gerekenin diğeri değil de sen olduğunu düşünüyorsan,
Bir çocuğun bakışı yüreğini yumuşatıyorsa hâlâ,
Komşunun sevinciyle mutlu olabiliyorsan,
Diğerlerinin uğradığı adaletsizlik, maruz kaldığın adaletsizlikler kadar isyan ettiriyorsa seni,
Senin için yabancı, sana sunulmuş bir kardeş ise,
Eğer...
Eğer bir gülüşün bir silahtan daha güçlü olduğuna,
Uzatılan bir elin kuvvetine inanıyorsan,
İnsanları birleştiren şeyin, ayırandan daha önemli olduğuna,
Farklı olmanın bir tehlike değil, bir zenginlik olduğuna inancın varsa,
Diğerine sevgiyle bakmayı biliyor, umudu şüpheye tercih ediyorsan,
İlk adımı atması gerekenin diğeri değil de sen olduğunu düşünüyorsan,
Bir çocuğun bakışı yüreğini yumuşatıyorsa hâlâ,
Komşunun sevinciyle mutlu olabiliyorsan,
Diğerlerinin uğradığı adaletsizlik, maruz kaldığın adaletsizlikler kadar isyan ettiriyorsa seni,
Senin için yabancı, sana sunulmuş bir kardeş ise,
Sana ait olan zamandan birazını sevgiyle ve karşılıksız verebiliyorsan,
Başkasının sana yardım elini uzatmasını kabul edebiliyor
ve ekmeğini,
İçine biraz da kalbinden ekleyerek paylaşabiliyorsan,
Bir affın, intikâmdan daha da ileriye gidebileceğine inanıyorsan,
Başkalarının mutluluk şarkısını söyleyebiliyor ve neşeleriyle dans edebiliyorsan,
Sana zaman kaybettiren zavallıyı, yüzündeki tebessümü kaybetmeden dinleyebiliyor,
Eleştiriyi, onu reddetmek veya kendini haklı çıkarmak yerine
kendine bir pay çıkararak kabul etmeyi biliyorsan,
Kendininkinden farklı bir fikri dinleyip benimsemeyebiliyorsan,
Senin için diğeri, öncelikle bir kardeşse,
Sana göre öfke bir güç timsali değil de zayıflık belirtisiyse,
Birisine haksızlık etmek yerine, mağdur olmayı tercih ediyorsan,
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeyi reddediyorsan,
Kendini bir kahraman saymadan, yoksulun ve mazlumun yanında mücadele ediyorsan,
Eğer, sevgiyi insanı ikna edebilecek tek güç olarak görüyorsan,
Barışın mümkün olabileceğine inanıyorsan eğer,
Bir gün BARIŞ gelecek !
(Pierre Guilbert)
ve ekmeğini,
İçine biraz da kalbinden ekleyerek paylaşabiliyorsan,
Bir affın, intikâmdan daha da ileriye gidebileceğine inanıyorsan,
Başkalarının mutluluk şarkısını söyleyebiliyor ve neşeleriyle dans edebiliyorsan,
Sana zaman kaybettiren zavallıyı, yüzündeki tebessümü kaybetmeden dinleyebiliyor,
Eleştiriyi, onu reddetmek veya kendini haklı çıkarmak yerine
kendine bir pay çıkararak kabul etmeyi biliyorsan,
Kendininkinden farklı bir fikri dinleyip benimsemeyebiliyorsan,
Senin için diğeri, öncelikle bir kardeşse,
Sana göre öfke bir güç timsali değil de zayıflık belirtisiyse,
Birisine haksızlık etmek yerine, mağdur olmayı tercih ediyorsan,
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeyi reddediyorsan,
Kendini bir kahraman saymadan, yoksulun ve mazlumun yanında mücadele ediyorsan,
Eğer, sevgiyi insanı ikna edebilecek tek güç olarak görüyorsan,
Barışın mümkün olabileceğine inanıyorsan eğer,
Bir gün BARIŞ gelecek !
(Pierre Guilbert)
"Kopenhag’ta toplanan Sosyalist Enternasyonal, Kadın haklarının elde edilmesi yolunda sürdürülen mücadeleyi temsilen ve Kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmalarına yardımcı olmak gâyesiyle, 1910’da uluslararası anlamda bir Kadınlar Günü’nü kabul etti."
1998-2007 : En sıcak on yıl
Geçen Aralık ayında Dünya Meteoroloji Örgütü (OMM) 2007’nin ilk iklim bilançosunu yayınladı. Yer küremizin ortalama sıcaklığı, 1961-1990 dönemindeki ortalama sıcaklığı 0,41°C kadar aşıyordu. Kuzey Yarımküresi 0,63°C dolayında bir ısınma yaşarken (1850’den beri tutulan ısı kayıtlarında belirlenen en sıcak 2. sene), Güney Yarımküresinde 0,20°C dolayında bir sıcaklık artışı kaydedildi. Bu da Güney yarımküresini bu dönem sıralamasına göre 9. sıraya yerleştiriyor. Geçen senenin ortalama sıcaklığı sebebiyle, 1998-2007 dönemi 1850’den beri kaydedilmiş en sıcak on yıl olarak kayda geçti. Avrupa’nın birçok ülkesinde 2007’nin Ocak ve Nisan ayları ortalama sıcaklığın 4°C üstündeydi.
Kirlilik yaş ortalamasını bir yıl azalttı
Avrupa Çevrecilik Ajansı AEE’nin “Avrupa’da Çevrecilik” adlı raporuna göre, azot oksit, ince partiküller ve ozonun günümüzde vardığı düzey, Batı ve Orta Avrupa’da insan ömrünü yaklaşık bir yıl kadar azaltmış durumda. Bu maddeler ayrıca çocukların sağlıklı gelişimini de tehlikeye atıyor...
Cheval Blanc’da bu ay (rue Principale, Schiltigheim):
12 Mart Çarşamba saat 20.30’da Kalpazanlar
17 Mart Pazartesi saat 20.30’da Yaşamın Kıyısinda - Fatih AKIN
Geçen Aralık ayında Dünya Meteoroloji Örgütü (OMM) 2007’nin ilk iklim bilançosunu yayınladı. Yer küremizin ortalama sıcaklığı, 1961-1990 dönemindeki ortalama sıcaklığı 0,41°C kadar aşıyordu. Kuzey Yarımküresi 0,63°C dolayında bir ısınma yaşarken (1850’den beri tutulan ısı kayıtlarında belirlenen en sıcak 2. sene), Güney Yarımküresinde 0,20°C dolayında bir sıcaklık artışı kaydedildi. Bu da Güney yarımküresini bu dönem sıralamasına göre 9. sıraya yerleştiriyor. Geçen senenin ortalama sıcaklığı sebebiyle, 1998-2007 dönemi 1850’den beri kaydedilmiş en sıcak on yıl olarak kayda geçti. Avrupa’nın birçok ülkesinde 2007’nin Ocak ve Nisan ayları ortalama sıcaklığın 4°C üstündeydi.
Kirlilik yaş ortalamasını bir yıl azalttı
Avrupa Çevrecilik Ajansı AEE’nin “Avrupa’da Çevrecilik” adlı raporuna göre, azot oksit, ince partiküller ve ozonun günümüzde vardığı düzey, Batı ve Orta Avrupa’da insan ömrünü yaklaşık bir yıl kadar azaltmış durumda. Bu maddeler ayrıca çocukların sağlıklı gelişimini de tehlikeye atıyor...
Cheval Blanc’da bu ay (rue Principale, Schiltigheim):
12 Mart Çarşamba saat 20.30’da Kalpazanlar
17 Mart Pazartesi saat 20.30’da Yaşamın Kıyısinda - Fatih AKIN
31 Mart Pazartesi saat 20.30’da Bando’nun Ziyareti
Siz Batılılar, saateniz var ama asla zamanınız yok ! (Gandhi)
mart 2008
sayı: 29
Yayın sorumlusu: M.A. PINOL
dosyaları hazırlayan: M.C. MAYER
Mini Gazete, Strazburg ve çevresi Toplumlararası Sosyal ve Kűltűrel İlişkileri Geliştirme Derneği ADERSCIS’in bir yayınıdır.
Mini Gazete, Strazburg ve çevresi Toplumlararası Sosyal ve Kűltűrel İlişkileri Geliştirme Derneği ADERSCIS’in bir yayınıdır.