Tarih : 11 Mayıs 2013 Cumartesi
Saat : 13:45
Yer : Hatay'ın Reyhanlı
ilçesi
Birkaç dakikalık aralıklarla vuku bulan ve patlayıcı yüklü iki aracın sebep olduğu iki büyük patlama. Çok sayıda ölü ve yüzlerce yaralı...
Ve katliamın hemen akabinde
sağduyulu her insanı vicdani şoka sokabilecek, anlaşılması mümkün olmayan
birkaç nokta :
İlk iş olarak Reyhanlı Sulh Ceza
Mahkemesi, katliamla ilgili bilgi, resim ve kayıt yasağı getirerek, basının
haber alma ve verme özgürlüğünü engelliyor.
Anlaşılmaz sebeplerle...
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) konulan bu yasağı kınıyor ama, ne mahkeme ne de hükümet gık demiyor.
Hükumetin bazı yetkilileri patlamaların sorumlusu olarak önce Suriye hükümetini, sonra 70’li yıllardan bu yana fillen zaten bitmiş ve yalnızca birkaç pasif üyesi bulunan Acilciler örgütünü, ve en nihayet, yüzyıllardır diğer dinlerle barış ve kardeşlik içinde yaşayan Hatay Alevilerini çelişkili beyanatlarla suçluyor.
İşin en ilginç tarafı: Reyhanlı'daki 73 MOBESE kamerasının tamamının birkaç gün önce arızalandığı ve kayıt yapmadığı ortaya çıkıyor.
Tesadüf mü, devlet destekli katliam hazırlığı mı ? Kim bilir...
Katliamla ilgili dünya basınında sayfalar dolusu yazılar yazılırken, Türk televizyonları sanki hiçbir şey olmamış gibi normal yayınlarına devam ediyorlar.
Oysa... aynı basın, yalnızca 3 kişinin öldüğü Boston olaylarında, patlamalar ile ilgili haberi tekrar tekrar ve günlerce hiç duraklamaksızın yayınlayıp, gündemin ilk haberi yapmamış mıydı?.
Patlamalardan birkaç hafta evvel, yine Hatay’da...
Hatay halkının Suriye’deki akrabalarına[1] yaptıkları gıda yardımını durdurmadıkları takdirde bunu ağır bir şekilde ödeyeceklerini ima eden Türkçe ve Arapça yazılı tehdit mesajları dağıtılıyor.
Hatay halkı, Kuzey Afrika, Pakistan, Afganistan vs. ülkelerden gelen eli silahlı yüzlerce İslamcı militanın hükümetin tamimiyle serbest bıraktığı sınırlardan elini kolunu sallayarak geçişini ihbar ettiği halde, güvenlik güçleri hiçbir müdahalede bulunmuyor.
Hatay’da oynanmak istenen oyun nedir ?
Türkiye'nin Suriye’deki savaşa illâ da müdahale etme arzusunun nedeni ne ?
İşin müspet tek yanı... her şeye rağmen Hatay'ın Alevi, Sun'î ve Hristiyan olan halkının provokasyona HAYIR demesi ve teröre karşı omuz omuza mücadeleye hazır olduğunu ilân etmesi.
ABD ve İsrail destekli Türk hükümeti, Suriye’deki savaşı zorla dinsel bir kimliğe sokmaya çalışarak, hem daha korkunç boyutlara ulaşmasına sebep oldu, hem de Reyhanlı'nın kana bulanmasına...
Orta-çağ biteli asırlar oldu, ama Türkiye’deki bazı zihniyetler bu çağı anımsatmaya hâlâ devam ediyor. Üzücü ve umut kırıcı bir gerçek !
Her ne olursa olsun din, değil...
Her ne olursa olsun politika, değil...
İzlenilmesi gereken ilk ilke “ her ne olursa olsun, ÖNCE İNSAN ve insan unsurunu korumaya ve yüceltmeye yönelik GERÇEK VE ADALET ARAYIŞI ” olmalı.
İnsanını din, gelenek ve menfaat uğruna feda eden bir ülkede şiddet, kan ve nefret egemen olur. Tarih boyunca Türkiye bunun güzel bir örneği olmadı mı ?!
.........................
Günümüz olaylarına bir göz attığımızda, pek çoğunun tarih süreci içinde bir tekerrürden ibaret olduğunu görüyoruz. Güçlü ülkelerin, kendilerine göre çok daha zayıf olan ülkelere ekonomik, siyasî ve yeri geldiğinde askerî yôntemlerle uyguladıkları baskı ve müdahaleler artık hiçbirimizi şaşırtmıyor.
Bu durum Milattan önce böyleydi, şimdi de öyle.
Günümüzde işgalci ve sömürgeci girişimler öylesine hızlı ve sessiz usullerle yapılıyor ki, çoğunluğu kamuoyuna insani yardım ve askeri destek olarak yutturuluyor. Televizyon, yazılı basın, İnternet gibi modern teknolojinin sağladığı kolaylıklar sayesinde...
Zaten tarafsız habercilik yapan, satılmamış bir medya aracı hemen hemen kalmamış gibi. Nereden baksanız, gazetelerin, televizyon kanallarının çoğunluğu holdinglerin, tarikatların, partizanların malı olmuş.
Herkes keyfine göre istediği makamdan çalıyor.
Anlaşılmaz sebeplerle...
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) konulan bu yasağı kınıyor ama, ne mahkeme ne de hükümet gık demiyor.
Hükumetin bazı yetkilileri patlamaların sorumlusu olarak önce Suriye hükümetini, sonra 70’li yıllardan bu yana fillen zaten bitmiş ve yalnızca birkaç pasif üyesi bulunan Acilciler örgütünü, ve en nihayet, yüzyıllardır diğer dinlerle barış ve kardeşlik içinde yaşayan Hatay Alevilerini çelişkili beyanatlarla suçluyor.
İşin en ilginç tarafı: Reyhanlı'daki 73 MOBESE kamerasının tamamının birkaç gün önce arızalandığı ve kayıt yapmadığı ortaya çıkıyor.
Tesadüf mü, devlet destekli katliam hazırlığı mı ? Kim bilir...
Katliamla ilgili dünya basınında sayfalar dolusu yazılar yazılırken, Türk televizyonları sanki hiçbir şey olmamış gibi normal yayınlarına devam ediyorlar.
Oysa... aynı basın, yalnızca 3 kişinin öldüğü Boston olaylarında, patlamalar ile ilgili haberi tekrar tekrar ve günlerce hiç duraklamaksızın yayınlayıp, gündemin ilk haberi yapmamış mıydı?.
Patlamalardan birkaç hafta evvel, yine Hatay’da...
Hatay halkının Suriye’deki akrabalarına[1] yaptıkları gıda yardımını durdurmadıkları takdirde bunu ağır bir şekilde ödeyeceklerini ima eden Türkçe ve Arapça yazılı tehdit mesajları dağıtılıyor.
Hatay halkı, Kuzey Afrika, Pakistan, Afganistan vs. ülkelerden gelen eli silahlı yüzlerce İslamcı militanın hükümetin tamimiyle serbest bıraktığı sınırlardan elini kolunu sallayarak geçişini ihbar ettiği halde, güvenlik güçleri hiçbir müdahalede bulunmuyor.
Hatay’da oynanmak istenen oyun nedir ?
Türkiye'nin Suriye’deki savaşa illâ da müdahale etme arzusunun nedeni ne ?
İşin müspet tek yanı... her şeye rağmen Hatay'ın Alevi, Sun'î ve Hristiyan olan halkının provokasyona HAYIR demesi ve teröre karşı omuz omuza mücadeleye hazır olduğunu ilân etmesi.
ABD ve İsrail destekli Türk hükümeti, Suriye’deki savaşı zorla dinsel bir kimliğe sokmaya çalışarak, hem daha korkunç boyutlara ulaşmasına sebep oldu, hem de Reyhanlı'nın kana bulanmasına...
Orta-çağ biteli asırlar oldu, ama Türkiye’deki bazı zihniyetler bu çağı anımsatmaya hâlâ devam ediyor. Üzücü ve umut kırıcı bir gerçek !
Her ne olursa olsun din, değil...
Her ne olursa olsun politika, değil...
İzlenilmesi gereken ilk ilke “ her ne olursa olsun, ÖNCE İNSAN ve insan unsurunu korumaya ve yüceltmeye yönelik GERÇEK VE ADALET ARAYIŞI ” olmalı.
İnsanını din, gelenek ve menfaat uğruna feda eden bir ülkede şiddet, kan ve nefret egemen olur. Tarih boyunca Türkiye bunun güzel bir örneği olmadı mı ?!
.........................
Günümüz olaylarına bir göz attığımızda, pek çoğunun tarih süreci içinde bir tekerrürden ibaret olduğunu görüyoruz. Güçlü ülkelerin, kendilerine göre çok daha zayıf olan ülkelere ekonomik, siyasî ve yeri geldiğinde askerî yôntemlerle uyguladıkları baskı ve müdahaleler artık hiçbirimizi şaşırtmıyor.
Bu durum Milattan önce böyleydi, şimdi de öyle.
Günümüzde işgalci ve sömürgeci girişimler öylesine hızlı ve sessiz usullerle yapılıyor ki, çoğunluğu kamuoyuna insani yardım ve askeri destek olarak yutturuluyor. Televizyon, yazılı basın, İnternet gibi modern teknolojinin sağladığı kolaylıklar sayesinde...
Zaten tarafsız habercilik yapan, satılmamış bir medya aracı hemen hemen kalmamış gibi. Nereden baksanız, gazetelerin, televizyon kanallarının çoğunluğu holdinglerin, tarikatların, partizanların malı olmuş.
Herkes keyfine göre istediği makamdan çalıyor.
Böylesi bir kaos ortamında insanlık
olarak gerçekten bağımsız, bilimsel ve analitik bir şuura sahip tarihçilere ve
gazetecilere ihtiyacımız var. Bugün, her zamankinden de çok...
Bu iki meslek erbabına, bugünün tarihini yarınlara ve gelecek kuşaklara en doğru şekilde aktarma yolunda büyük bir sorumluluk düşüyor. Olayları bir şeyi ispatlamak ve belli bir ideolojiyi desteklemek için değil, olduğu gibi yazarak...
Bir Latin atasözünün çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi:
« Tarih ispatlamak için değil, anlatmak için yazılır.»[2]
Sağlıcakla kalın...
Albera Meynioğlu
Strazburg / Objektif , Mayıs
2013
[1] Bu anlamda, Iskenderun, Kırıkhan ve Antakya’nın 1939’da Türkiye’ye bağlanmadan önce Halep
İline bağlı 3 ilçe olduklarını hatırlatmakta fayda görüyorum. Dolayısıyla
pekçok Hataylının Suriye halkıyla çok yakın bir akrabalık bağı var. Bölgenin
tarihçesi için şu siteye göz atabilirsiniz : iskenderun31.blogspot.com
[2] “Scribitur ad
narrandum, non ad probandum.”