Şahsen en şaşırtıcı bulduğum insan davranışı, varlığını ölümden sonraki en büyük mükafât olarak tanımlanan “Cennet”in bekleyişine adamadır diyebilirim. Çoğumuz, bilinçli veya bilinçsiz olarak yaşamımızı "Cennet" dediğimiz o istisnai mekâna kabul edilebilmek için "yatırım" yapmakla geçiriyoruz.
Gerçek hayatın zorluklarına karşı can ve başla verilen mücadelede, böylesi bir hayâl âleminde yaşamak, bazılarımız için belki de en kolay çözüm.
Kimbilir ?!
Bazen, Cennet’in oltaya takılı bir yem gibi kullanılması; mutluluk ve iç huzuru arayışındaki biçare müminlerin umut tacirlerinin pençesine düşme ihtimâli de sözkonusu.
Tanınmış Rus yazarlarından Fiodor Dostoyevski (Moskova 1821, St. Petersburg 1881) Şeytanlar adlı kitabında, "Bir insan ne denli kötü koşullarda yaşar, veya bir halk ne derece zulüm görür ve safalet çekerse, bir o kadar inatla Cennet mükâfâtını arar." diyor. Ardından da ekliyor:
"Üstüne üstlük, din adamları da bu hayâli körükleyerek spekülasyonlar yapmaya kalkarlarsa..."
Bunun tarihteki en güzel örneği ortaçağda yaşanmış.
O dönemde, sefalet, açlık ve hastalıklarla mücadele eden Avrupa'da, saf müminlere Cennet'in anahtarı bile satılmış. Din adamları bu sayede kendilerine epey de bir kâr payı çıkarmışlar.
Tarih hep bir tekerrürden ibaretmiş. Gerçekten doğru.
Bunun için, günümüz dünyasının hâline bir bakmak yeterli.
Yanlış anlaşılmasın. İnananları yargılıyor değilim. Haddime düşmez.
Ama hayat öylesine hızlı akıp gidiyor ki…
Çoğunluğumuzun, bugünkü ortam ve zamanda mutlu bir hayat yaşama uğrunda yeterince gayret göstermediği bir gerçek.
Toplumsal hayatın dinî ve ahlâkî bazı prensipler üzerine kurulmuş olması elbette ki çok güzel. Ama kişisel mutluluk, bunları da aşan bir olgu. Kiliseleri, sinagogları, camileri ve tapınakları dolduran milyarlarca insan bu sayede mutluluğu yakalamış olsalardı, bunun tartışmasını yapıyor olmazdık şu anda. İbadet yerleri dolup taşardı.
Kaç defa sızlanmışızdır "mutlulugu hiç yaşamadım" diyerek.
Mutluluk mu ? O ne ?
Kaçımız mutluluğun tadını alamadan ölmek korkusuyla yaşıyor her gün ?!
Bunun için Cennet’i beklemekten başka çare yok mu?
Cennetin güzel bir açıklamasını Leo Buscaglia'nın " 9 Numaralı Otobüsle Cennet'e Yolculuk " kitabında okumuştum. Buscaglia bu kitabında, cennetin erişilmez bir şey olmadığını, Cennet'e yolculuğun yaşanılan yer ve zamanda yapılabileceğini anlatırken, hayatı doyumsayarak ve hissederek yaşayanlar için hayatın zaten bir cennet olduğunu vurguluyor.
Söylemesi kolay...
Mutlulugun reçetesi ne yazık ki yok.
Yorgunluk, kötü beslenme, stres ve hastalık gibi dış faktörlere göre değişebilen kisisel bir duygu.
Elverişli her imkâna sahipken bile, mutlu olunamayabiliyor bazen. İç dünyamızın maziyle bitmek bilmez hesaplaşması nedeniyle yaşadığımız huzursuzluk, yürek kırgınlığı, hayâllerimizle bugünkü hayatımız arasındaki -kapatılması imkânsız- uçurum ve buna bağlı olan hayalkırıklıkları....
Sebepler öylesine çok ki.
Geçmişi değiştirmeyeceğimize ve kendi hayatimizin baş aktörü olduğumuza göre, çözüm ortada: Cenneti yaşadığımız an ve yerde, sevdiklerimizle bulmaya ve yaratmaya çalışmak.
“Mutluluk, bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür.” demiş Albert Camus, .
Haydi bakalım...
İş işten deçmeden, herkes kendi Cennet'ini yaratmaya koyulsun.
12.yy İranlı şair, filozof, matematikçi ve astronom Ömer Hayyam'in çok güzel ve net bir sekilde izah ettiği gibi:
Güzelim can çıkıp gidince bedenimizden
Birkaç kerpiç olacak mezarımızı örten;
Gün gelecek, mezar yapmak için başkasına
Kerpiç dökecekler kalacak toprakla bizden.
Saǧlıcakla kalın...
Albera Meynioglu
Objektif / Haziran 2011