vendredi, avril 29, 2011
vendredi, avril 01, 2011
Kırkından sonra azanı...
Zaman ilerliyor.
İlerledikçe çok şeyleri de alıp götürüyor beraberinde.
Kaybedilince asla geri bulunamayan tek şey « zaman »... İnsan hayatında en değerli şey olan zamanı ise biz, anlaşılması imkânsız bir hovardalıkla, serseri bir ruhla har vurup harman savuruyoruz.
Bu konuda erkekler şampiyon.
Hele hele bizim erkeklerimiz.
« Hadi gel de şu kahvede bir-iki kadeh demlenelim, derdimizi unutalım.
Bırak şu hanımı da , bir el atalım şurada. Kılıbık mısın nesin yahu ?
Kapat telefonununu. Cevap bile vermeyeceksin karı kısmına !
Ne işi bre kardeşim, gel şu PMU'de bir at yarışı oynayalım.Yarının milyonerleri biz oluruz belki.
Çoluk çocuğu boş ver, bırak anaları ilgilensin. Senin işin mi o ?
Bırak be kadın, bırak da şu maçı bitireyim. Gönder şu illet çocukları yataklarına... »
Zaman akar gider...
Çocuklar zor bela büyürler, evden ayrılacakları gün gelir :
« Yahu ne çabuk büyüdü bu çocuk ! Daha dün küçücük bir bebekti » dersiniz iç geçirerek.
Eeeeee... O küçük çocuk büyümüştür artık.
İlk adımını attığı, ilk sözcüğünü söylediği, ilk defa aşık olduğu günden bu güne köprünün altından çok sular akmıştır.
Delikanlılık krizlerini geçirirken, ilk kalp ağrısıyla gözyaşı dökerken yalnızdı çocuk ; okul veya mahalledeki kabadayı bozuntularının yanından her geçişinde tir tir titrerken de öyle.
Babası zaman öldürmekle meşgûldü önce.
Sonra da …. kaybettiği zamanı bulma telaşında.
Sözüm, hiç ölmeyecekmiş, hep genç ve dinç kalacakmış gibi yaşayıp zamanı katledenlere.
Bir de zamanın geçen ve bir daha geri gelmesi mümkün olmayan bir şey oldugunu 40'ından sonra farkedenlere. Yani bazılarımıza...
Hani çok sık kullandığımız bir atasözü vardır ya...
« Kırkından sonra azanı teneşir paklar. »
Vatan Gazetesi yazarlarından Selahattin Duman, bunu çok güzel ve açık bir şekilde izah etmiş, Azgın Teke Sendromu adlı yazısında:
«..Eve hiç dönmeyenlerin durumuna gelince...
Bunlar “Erkek teke sendromunu” en ağır yaşayanlardır.
Dönüşü olmayan bir yola girdiklerini bilir, hayatlarının bundan sonraki bölümünü ona göre düzenlemeye çalışırlar...
Önce kendilerine olan düşkünlükleri artar.
Sağlıklı hayat meraklısı olurlar. Sıkı diyet uygularlar. Genç işi giyim kuşama dadanır, spor
giyinmeye çalışırlar.
Bütün dertleri; uğruna evi terk ettikleri genç kadınla aralarındaki yaş farkını ört bas etmeye çalışmaktır.
Nüfusa gidip yaşlarını küçültmek mümkün olmadığından kendilerini estetikçilere teslim ederler. Geçkin erkeğin sarkık derisinden bu sektör sebeplenir.
BELİRTİSİ VAR MI?
Erkek teke sendromu”nun erkekteki ilk belirtisi televizyon başında ortaya çıkar.
Tek başına televizyon izleyen bir erkek Lig TV’yi, haber kanallarını, aksiyon filmlerini seyretmiyor da Elma gibi, Sinek gibi gençlerin kanallarına takılıyorsa fikri bozulmuş demektir.
Özellikle MTV veya Number One kanalında klip izliyorsa bilin ki çoktan kararını vermiştir.
Hele hele Fashion TV’nin başından kalkmıyorsa gözü iyice kararmıştır ki karısının o erkekle her türlü ağız dalaşından uzak durması icap eder...»
*******
Hayatta tahammül edemediğim nadir tablolardan biri, bir bar önünde kadehlerini yudumlarken gelip geçenlere ve özellikle de karı kısmına süzücü bakışlarla bakan erkekler topluluğudur.
İçlerinden birini ele alalım meselâ.
O sabah evden çıkarken sert ve kat'i bir dille karısına talimatını vermiştir adam :
« Yemeğe dolma ve cacık yap. Gömleklerimi ütülemeyi de unutma ! »
Fabrikadaki işine giden emekçi havasında, omuzları ve başı dik bir şekilde çıkar evden. Yolda yürürken « dün oynadığım lotoya inşallah bir şeyler çıkmıştır » der iç geçirerek. Doğruca abonesi olduğu kahve veya barın yolunu tutar.
Aslına bakarsan, Avrupa'da olmak işi epey kolaylaştırıyor. Bazıları için iş arayışına gerek bile yok. Nasıl olsa RMI/RSA var. O da yoksa, çocuk paraları düzenli bir şekilde hesaba giriyor. Karısının, banka hesabındaki açık ve ödenmemiş faturalarla ilgili uyarıları da sinek vızıltısı gibi gelir. Umrunda değildir adamın.
Orhan Veli'nin deyişiyle :
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
Dediğim gibi, sözüm bazılarımıza. Onlar kendilerini iyi tanırlar.
İçlerinde mutlaka sağduyulu olanlar çıkacaktır.
Bu yazıyı okuduktan sonra cep telefonlarına sarılacak ve yumuşak, hoş bir dille :
« Karıcığım, bu akşam eve biraz erken geleceğim. Yemek hazır değilse önemli değil, zeytin-ekmek yesek de olur. Çocukları hemen yatırma, bu akşam onlarla biraz sohbet eder, hatta beraberce güzel bir film seyrederiz. » diyeceklerdir belki de.
Kaç tane çıkar, bilmiyorum. Ama biliyorum ki birkaç güzel istisna çıkacaktır aralarında.
Umut etmek ne güzel ...
Albera Meynioglu
(Objektif, Nisan 2011)