Konu kadın ve erkek ilişkileri olunca, modern söyleşiler « kadınlar ve erkekler eşittir » diye başlar hep.
Ataerkil toplum yapısının egemen olduğu toplumlarda hazmı epey zor olan bu formülasyon 20. yüzyılda girmistir günlük yaşama.
Eşinin özel iznine tabî olmadan çalışmak ve bir sendikaya üye olmaktan tutun da, çocuk aldırmaya, gebeliği önleyici hapa ve hatta pantalon giymeye kadar, kadınlara tanınan pekçok hak 19. yüzyılın yarısından bu yana verilen uzun bir mücadelenin ürünüdür.
Kadın, bir zamanlar hâyal bile edemeyeceği iş ve mesleklerde çalışma imkânını, bu eșitlik kavramının yürürlüğe girmesinden sonra bulabildi. Çocuk doğurma ve yetiştirmenin, ev işi ve yemek yapmanın yanında, iş hayatını da bütün bunlara paralel bir şekilde ustaca yürütebileceğini böylece ispat etti.
Peki kadın ve erkekler arasında gerçek bir eşitlikten bahsedilebilir mi ?
Hak, özgürlük ve ödevlerde eşitlik, tartışma götürmez bir husus. Hak ve özgurlükler, bireysel sorumluluk ve ödevler, erkek için ne ise kadın için de odur. Bunun muhakemesi bile yapılmamalı.
Tabî ki bütün bunlar, kadını kadın erkeği de erkek yapan özellikleri gözardı etmeden.
Maksadım, konuyu « kadın mi erkekten üstündür, erkek mi kadından üstündür ? » tartışmasına getirmek değil.
Yok yok.
Elmayla armudu karıştırmak olmaz.
En nihayetinde, herbiri fiziksel ve psikolojik özellikleri bakımından tamamiyle farklı olan iki cins söz konusu...
Peki, bu iki cinsin bir arada uyum içinde yaşamasını ve toplumsal değişimin bir sonucu olarak, mâli yükümlülüğü paylaşmasını mümkün kılmaya yönelik « eşitlik » kavramına bunca tepkinin kaynağı ne ?
Yıllar boyunca kadın-erkek sorunu hep başka boyutlara taşındı.
Bir kısım erkekler « pantalon elden gitti, erkeklik bitti » korkusuyla neredeyse bir psikozun içine girdiler.
Aynı kişiler, kadın için bir utanç sayfası diyebileceğimiz bir dönemi, kadını erkeğin birkaç metre gerisinde yürüten gerici zihniyeti özlemle arar oldular.
Karısına izinsiz konușmayı ve evden çıkmayı bile yasaklayan, o'nu (dinî de alet ederek) bazı batıl geleneklerin tutsağı yapmaya çalısan erkek örneği, bu psikozun bir sonucudur.
Bütün bunlar neden ?
Anlı-şanlı erkeklik onurunu kaybetmek korkusundan mı ?
Başkaları ne der, neler düsünür endişesinden mi ?
Kim bilir…
Toplumun en küçük birimi olan aile, ta başindan beri böyle bir mücadele üzerine kurulunca da, bunun devam edemeyeceği ve çoğu zaman da hezimetle sonuçlanacağı besbelli.
Bunu anlamak için boşanma istatistiklerine bir göz atmak yeterli.
Olay bununla bitse keşke…
Koenigshoffen'de bir anaokulunun önünde, boşandığı eşi tarafından boğazı kesilerek öldürülen ve geride üç yetim bırakan Emine'yi hatırlarsınız.
Boşanma davası açtığı için, çalıştığı işyerinde eşinin bıçak darbeleriyle can veren Reyhan; bir Fransız gencine gönül verdiği için boğularak öldürülen Colmar'lı genç kızımız ve iki çocuğuyla birlikte bir araç içinde canlı canlı yakılan Türk annesi ise kezâ....
Nasıl bir zihniyet bu bizimkisi ?
Çocuk aldırma günahtır deriz, ama evlilik dışında doğdu diye bir bebeği acımasızca kalorifer kazanına atarız. Kadın kısmı mahremdir deriz, kızlarımızı para karşılığı (hadi bazılarımız ona başlık parası desinler !) zorla ve tanımadıkları birilerine eveririz.
“İki şey sınırsızdır, demiş Albert Einstein. Evren ve insanın ahmaklığı… Ama birincisinden emin değilim.”
Katılmamak elde değil.
Kadın ve erkek arasındaki karşılıklı hoşgörü ve eşitlik olgusu, karı ve koca, anne ve oğul, baba ve kız, hatta kız ve erkek kardeşler arasındaki ilişkilerin kalitesini de belirleyen bir husus. Dolayısıyla bu iki cins arasında kesin bir uyumun sağlanması, bireysel ve toplumsal huzura erişmede “olmazsa olmaz” bir koşul.
"Gerçekten özgür olan toplumlarda kadınlar, tapılan ve özgür varlıklardır » demiş Antoine de Saint-Just, Esprit de la Révolution ( Devrimin Ruhu) adlı kitabında.
Nihayet René Barjavel « Eğer ben Tanrı olsaydım, herseyi silbaştan yaratırdım, demiş, kadın hariç... »
Abartmalı gibi görünse de, kadına hakkettiği yerin verilmesi gerektiğini ifade eden iç okşayıcı ve samimi özdeyişler …
Kişisel ve toplumsal mutluluk, bu eşitliğin özirade ile benimsenmesi ve günlük yaşamda yürürlüğe konulması ile mümkün olabilir ancak.
Tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutlarken, toplumumuzun gerçekten eşitlikçi, ferah ve barışçıl bir düzene kavusmasını yürekten diliyorum.
Albera Meynioğlu
Objektif, Mart 2011